Cumartesi, Şubat 22, 2014

Gerçek faşizme doğru…

Demokrasi oyununun bitti yer, ya da gerçek faşizme doğru… Bülent ESİNOĞLU Yaklaşık beş altı yıldır, bazı kalemler ve aydınlar, faşizmden söz edegeldiler. Faşizme işaret eden bazı olguları “gerçek faşizm” gibi algıladılar. Faşizmi uygulayacak bir yönetimin, elinde bulundurması gerekli kuvveti tam olarak ifade etmediler. Oysa biliyoruz ki, faşizm, yönetme gücünün bir tek elde veya zümrede toplanmasıdır. Bunun için de, yasama, yürütme ve denetlemenin bir merkezde toplanması gerekiyordu. Buna karşın, yargının, büyük ölçüde, Cemaatin elinde olduğunu biliyorduk. 17 Aralık’tan sonra, bu husus, daha da bir ortaya çıktı. Paralel Güç de olsa, Cemaat vasıtasıyla, yargı bir başka kuvvetin elindeydi. Her ne kadar, ordunun yurtsever komutanlarını ve parti başkanlarını, tutsak etmiş olsalar da, yargı bir başka kuvvete bağlıydı. 17 Aralıktan sonra, yarım yamalak işleyen faşizm, gerçek faşizme doğru yol almaya başladı. Ülkede var olan tüm kuvvetler, bir tek kişinin elinde toplanmaya başladı. HSYK’nın bir bakanlığa bağlanması, yargının tamamen bir tek elde olması demektir. MİT, Emniyet ve Yargının, tamamen ele geçirilmesi, gerçek faşizm için, gene de yeterli değildir. Tüm silahlı güçlerin yetkisinin bir merkezde toplanması gerekir. Yani Emniyet, ORDU, medya, yargı ve istihbarat örgütlerinin operasyonel gücünün, bir noktada toplanmasıdır, faşizm. Bu durumda, iktidar, istihbarı operasyon güçleri vasıtasıyla, istediği kişi veya muhalif gurubu, silahlı bir şekilde, ortadan kaldırabilir. Medyası vasıtasıyla da, bu cinayeti haklı gösterebilir. Eğer yargı gerekliyse, nasıl ve nerede yargılanacağına da, iktidar karar verir. Yani gerçek faşizmde, iktidar, bir kişi veya muhalefeti ortadan kaldırmaya karar vermişse, o kişi istihbarı kuvvet tarafından ortadan kaldırılır veya enterne edilir, demektir. Uzatmayalım. İktidarın, kendine karşı olan muhalefeti, elindeki tüm araçları kullanarak imha etme düzenidir, faşizm. İktidarın “gerçek faşizme” gidişte, temel bazı sorunları var. Her ne kadar, ordunun komuta kademesini, yandaş komutanlardan oluştursa da, ORDU, son tahlilde, halkın ordusudur. Henüz ABD de olduğu gibi, tamamen profesyonel orduya dönüşmemiştir. Mehmetçik karakterini, hala bazı yerlerde, muhafaza etmektedir. İkinci ve temel diğer sorunsa; uluslararası sermaye taşeronluk yapan içerdeki işbirlikçi sermayedir. Holding medyasının, şimdilerde faşizme destek verdiğine bakmayın, milli sermaye ile çatıştığı noktalarda, yan çizme durumları olacaktır. Bunların ötesinde, bunlardan da daha önemlisi; içten içe işleyen halk muhalefetidir. Zaten faşizm derinleştikçe, gizli ve açık muhalefet de güçlenir. Bunlar birbirlerini destekleyen unsurlardır. Faşizm en güçlü hale geldiğinde, gerçek muhalefet de, en güçlü haldedir. Ama yer altı, ama yer üstü. Demokrasi oyununun bittiği yere geldik. Faşizmle mücadele ediyormuş gibi yapıp, faşizme destek verenlerin de bir karara varması gereken yerdeyiz. Demokrasi oyunu bitti.

Çarşamba, Şubat 08, 2012

BIKKINLIK VEREN ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİ

Anayasada onlarca değişiklik yapıldı, yaygaralar kopartıldı, referandumlar yapıldı, trilyonlar sokağa savruldu ama yara kapanmadı, kapanmaz. Bugüne kadar Türkiye'deki anayasa çalışmalarının ilki kabul edilen ilk Senet-i İttifak Sözleşmesi'nden bu yana kimler geldi, kimler geçti ama "İlla ki anayasa değişsin" diyenlerin kafasal yapısı değişmedi.Belki de kağıtsal metinin koparttığı yaygaralar politikacıların işine geldiğinden hep sil baştan yapmak, kimi ilericiyim diye baskıcı ve gerici kimi gerçekten ilerici ama uygulayanların baskıcı, emperyal, gerici kafa yapılarından dolayı bir türlü randıman vermedi. Herkes kendince bir anayasa sevdasına kapıldı ve her anayasa maddesi o dönemde güçlülerin çıkarına göre oluşturuldu ve bir sonraki gelen güçlülerin işine ters düştü, sil baştan yapıldı. Sonuç olarak delik-deşik edilen ve her değişen maddesi ile yenilik getireceği, demokrasi, özgürlük getireceği, hak-hukuk-adalet getireceği savlarının yer aldığı yeni maddeler eklendikçe, eskiyi arar olduk ama orkestra şefinin korosundaki koristler gibi çubuk kalkıp indikçe koronun nakaratını sürdürdük ve "Yeni bir anayasa dedik: " Sonuç: Belki de tuzaklarla dolu her türlü özgürlüğü içeren yeni anayasa çalışmalarında bölünmüş bir Türkiye ile uyanmak gibi en büyük kaygımız bile gerçekleşebilecek. Biz şimdiden sanki olmuş gibi şu muhalefete seslenelim ve uyandırmaya çalışalım istedik: MHP şimdiye kadar Türk'lüğü koruyarak bünyesinde ülkücüler yetiştirdi. Bu mudur Türk ve Türklüğü korumak, yeni anayasa da federatif devlet olarak Kürtlere topraklarımızı bağışlamayı kabul etmek. Bu mudur? CHP şimdiye kadar Atatürk'çülüğü koruyarak bünyesinde Kemalist solcular yetiştirdi. Bu mudur Atatürk'çülüğü ve Kemalistliği korumak, yeni anayasada fedaratif devlet olarak Kürtlere topraklarımızı bağışlamayı kabul etmek. Bu mudur? Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra latin harflerine geçerek öz Türkçe'mize kavuştuk. Çoğunluğu müslüman bir ülke olarak gayri müslimleri dışlamayarak Türk Vatandaşı kabul edip TC Kimliği verdik. Aksini mi yapsaydık hiç kimlik vermeyerek bizim ülkemizde yaşayamazsınız mı deseydik veya vatansız kimliksiz olarak hiç kayıt etmese miydik? Türkiye Cumhuriyeti Anonim Şirket olarak mı kuruldu da şimdi bölünüp Lozan Antlaşması'nı delip,her şeyi sil baştan yapacağız. Bizi emperyalist devletler parçalamadı mı, Osmanlı İmparatorluğu olarak ve yedi düvelle çarpışıp kan dökmedik mi, TC Devletini kurmadık mı bağımsızlığımız için? Şimdi bu bağımsızlığımızı federatif devlet olarak bölünüp akıtılan kanları yok mu sayacağız? 1980 Yılı Askeri darbesi sağ ve sol olaylarından dolayı ülkedeki anarşiden, eline silahı kapıp sağcısın solcusun diye rastgele birbirlerini öldürmesinden sokaklarda dirlik ve düzenin kalmamasından ve emniyet teşkilatının bile artık yeter demesinden kaynaklanmadı mı? Etnik kökenden mi bölünmek için mi savaşıyorlardı birbirleri ile? Pkk bu darbeden sonra gelişip büyüyüp desteklenmedi mi dış ülkeler tarafından. Pkk nın açılımı ne, "Partiye Karkeri Kürdistan" Kürdistan İşçi veya Özgürlük Partisi..Güneydoğuyu bu sözde partiye mi teslim edip topraklarımızı hibe edeceğiz. Üstelik otuz yıldır 30-40 bin şehit verdik ve hala her gün vermeye devam ediyoruz. Onlar kan dökerek vatanımızı bölüp vatan elde etmeye çalışırken, yedi düvelle savaşmış Çanakkale geçilmemiş Türk Halkı olarak askeri ile ordusu ile milleti ile elimize silah alıp kan dökmeden savaşmadan mı şehitlerimizin kanına karşılık yeni anayasa ile cebren ve hile ile topraklarımızı bağışlayacağız. Aslında tüm gelişmeler Menderes ile başladı Menderes gibi düşünenlerle devam ediyor. 1960 Askeri darbesini ülkemize getiren,darbelere yol açan Demokrat Parti İktidarı olmadı mı. Geçmişte yapılanlarla bugünkü yapılanlar birbirleriyle bağdaşmıyor mu? Toprak vermek o kadar kolaysa, hele hele birçok şehit verdikten sonra emperyalist ülkeler besledikleri pkk ya kendi ülkelerinin topraklarını versinler. "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Türklerindir,Ne Mutlu Türk'üm Diyene.. Refhan İrtem

Pazartesi, Ekim 24, 2011

YA VATAN YA SİLİVRİ!..

Yeni Anayasa ile "Türklük" çıkartılacak

buna mukabil tabii ki İstiklal Marşımız değişecek..

Okullarda okunan andımız değişecek..

Hopa'da protestoculara 42 Yıl hapis cezası verilirse,

düşünün ben Türküm Diyen yargılanacak,

kimbilir kaç 42 yıl yiyecek,bitip tükenecek..

Peki iktidarın başındakiler Türkoğlu Türkse...

bunları nasıl isterler?

Tüm gelişmeler kürtlük sorunları için mi yapılıyor

Onlar ortaya çıkıp özerklik istiyorum demeseydiler

hiçbiri düşünülmeyecek miydi?

Diyelim ki özerklik verildi federe devletler olarak ayrıldık,

öyleyse ne gerek var ki anayasan Türklüğü çıkartmaya

yani Türkler hiç bir yerde yaşamayacaklar kendilerini ifade

edemeyecekler mi?

Ülkemizin her bölgesini verdik gitti mi olsun,

yeter ki biz Türkler azınlık kalalım..

72 milyonuz diyelim 20 milyon fazladan tüm diğer ırkların

karışımı olsun ne kalıyor geriye 52 milyon kişi..

52 Milyon Türkler ,20 milyon kişilere satılıyor öyle mi?

Hadi nerdesiniz 52 Milyon Türkler nerdesiniz,

sesinizi duyalım...

Bu Meclis yeni Anayasa yapamaz!

Muhalefet Yeni Anayasaya ortak olamaz!

Çünki cebren ve hile ile Türkiye Cumhuriyetini gasbetmek,

Devlet içinde devlet kurmak,

Türkiye Devletini yeni Anayasa Maddeleri ile ortadan kaldırmak ,yıkmaktır.

Türkiye Cumhuriyeti Devletini darbe yolu ile ele geçirmektir.

Silivri'ye birçok kişileri Türkiye Cumhuriyeti yıkmak için diyerek alıp,

darbe yapacaklardı diye tutuklamadınız mı?

Ya sizler şimdi böyle bir anayasa ile gerçekte bunu yapacaksınız..

Sizleri kim tutuklayacak!

Bu Meclis Yeni Anayasa yapamaz!

Muhalefet buna ortak olamaz!

Ya vatan ya Silivri tercihini siz yapın!

Refhan İrtem

Perşembe, Ekim 20, 2011

ORDU GÖREVİNİ YAP!

Bir ülkenin başbakanı ortaya çıkıp PKK görevini yapıyor diyorsa;

Muhalefet sessiz kalıyorsa,

Medya duymuyor sessiz kalıyorsa,

Ordu görevini yapmak zorunda..

Bir ülkede Özel Yetkili Mahkemeler durmadan adam tutukluyorsa;

Muhalefet sessiz kalıyorsa,

Medya duymuyor sessiz kalıyorsa,

Ordu görevini yapmak zorundadır..

Bir ülkede askere polise teröriste vur emri verilmiyorsa;

Her gün durmadan asker,polis,sivil şehit oluyorsa,

Muhalefet sessiz kalıyorsa,

Medya duymuyor susuyorsa,

Ordu görevini yapmak zorundadır..

Bir ülkede tüm kurumlar tek kişinin emriyle hareket ediyorsa;

Muhalefet pısmış susuyorsa,

Medya pısmış susuyorsa,

Ordu görevini yapmak zorundadır..

Bir ülkede yolsuzluk,yoksulluk,işsizlik al başını gidiyorsa;

Muhalefet kayıtsız susuyorsa,

Medya umursamaz susuyorsa,

Ordu görevini yapmak zorundadır..

Nedir ordunun zorunlu görevi:


-- 35. MADDE NEDİR
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi şöyle:

"Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır."

Meclis pkk ile savaşanları Silivri'ye hapsediyorsa,

meclis pkk ile savaşmak için Validen izin alıp öyle yola çıkacaksın diyorsa..

Meclis askere,polise terörist için vur emri vermiyor insiyatifi kullandırmıyorsa,

zaten bu meclis pkkya yenilmiştir..Devleti idare edemiyordur,


derhal el çektirilmesi gerekir..

İşte burada Ordu görevini yapmak zorundadır.

Refhan İrtem

Pazartesi, Ekim 10, 2011

ANAYASA İLE UYUTMAK

http://www.ilk-kursun.com/haber/83737
-------------------





Suay Karaman



Siyasi iktidar yeni anayasa yapmak için düğmeye bastı. Muhalefet partileri, bütün çekincelere karşılık, “uzlaşma komisyonu” denilen uyutma mekanizmasına üye verdiler. Sanki uzlaşma komisyonunda kabul edilecek olan taslak, meclis genel kurulunda AKP’nin oylarıyla değişikliğe uğramayacak gibi. Buna sadece saflık adı verilirse, olayın özünü iyi analiz edememiş oluruz.



Siyasi iktidar, dokuz yıldır ülkemizi yönetmektedir. Açlık, yoksulluk, işsizlik, vurgun, yolsuzluk, terör, hukuksuzluk, demokrasi dışı tutum ve davranışlar alıp başını gitmektedir. Bütün bunlar ortadayken, AKP zihniyetinin çağdaş bir anayasa yapacağına inanmak için sadece saf olmak değil, aynı zamanda emperyalizmin maşası olmak da gerekir.



Bütün siyasetini yeni bir anayasa yapmak üzerine kuran siyasi iktidar, madem bu kadar hevesliydi, neden 12 Eylül 2010 tarihindeki halk oylamasında, daha köklü bir değişiklikte bulunmadı? Muhalefet partileri bunu sorgulamadan ve AKP’nin dokuz yılda ülkemizi getirdiği durumu görmemezlikten gelerek, “uzlaşma komisyonu”na üye vermek için yarışmaktadırlar.



TBMM Başkanı hukukçu akademisyenleri toplayarak, yeni anayasa konusunda herkesin hem fikir olduğunu söylemiştir. Ancak o toplantıda Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Meltem Dikmen-Caniklioğlu tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurucu meclis olarak bir anayasa yapamayacağı, eğer yaparsa meşruiyet sorununun gündemden hiç eksilmeyeceği söylenmiş olmasına karşılık, bunun gibi muhalif yorumlar kamuoyuna duyurulmamıştır. Son günlerde yapılanların hepsi yeni anayasa hazırlıkları için planlıdır, amaç dikkatleri başka yönlere çekmek, böylece toplumun, yeni anayasa tuzağı ile ilgisini kesmektir. Başbakan, Alman vakıflarının CHP’li belediyeler üzerinden PKK terör örgütüne para aktardığını ortaya attı. Madem böyle bir iddiayı biliyordu da, neden gereğini yapmadı bugüne kadar? Hangi CHP’li belediye, hangi Alman vakfından ne kadar para aldı ve PKK terör örgütüne ne kadar para aktardı? Eğer bunlar biliniyorsa, neden adalete başvurulmadığı nasıl açıklanabilir? Sahte ve yalan belgelerle, birçok subayı, akademisyeni, gazeteciyi zindanlarda çürütürken, siyasi iktidarın bildiği bu iş için neden gereği yapılmadı?



CHP’li belediyelere sık sık baskınlar düzenlenerek, yandaş medyada bu konuda yandaş ve yanlış haberler yayınlanarak, dikkatleri başka yöne çekmek istemektedirler. Siyasi iktidarın PKK terör örgütü ile görüşmesinin ardında, artan terör olaylarının, yeni anayasa yapım sürecine destek olarak algılanması da bulunmaktadır. Özellikle başbakan birbiri ardına yurt dışı gezilere gitmektedir. ABD dönüşü, Makedonya’ya bir üniversite açılışı için gitmiş, ardından Güney Afrika Cumhuriyeti gezisine katılmıştır. Bu gezilerin amaçları nelerdir ve amaçlar hedeflerine ulaşabilmiş midir? Dış politikayı yürütmekle ilgili Dışişleri Bakanlığı dururken, başbakanın ısrarcı şekilde dış politika uygulamalarının içinde yer alması anlaşılır gibi değildir. Ülkemizin dağ gibi sorunları dururken, yurtdışında başkalarına akıl vermek, nasıl bir siyasettir? Başbakanın, Kemal Kılıçdaroğlu ile Devlet Bahçeli’ye açtığı davalardan vazgeçmesi de, yeni anayasa için yapılan uzlaşmaya bir ödül olarak algılanmalıdır.



CHP’nin yeni anayasa için oluşturulan komisyona ismi bildirilen Eskişehir Milletvekili Süheyl Batum, yeni anayasa yapımı konusunda Türk toplumunun en büyük sıkıntısının, bölünmüş yapı olduğunu ve birbirine güvenmeyen katmanlar bulunduğunu belirterek, “sürece güvenirsek bu iş çabuk biter” diyerek, kişiliğini ve kimlere hizmet ettiğini açıklamıştır. MHP’nin yeni anayasa için oluşturulan komisyona ismi bildirilen Konya Milletvekili Faruk Bal, 12 Eylül darbe anayasasının mağdur camiası olarak, özgürlük alanlarını genişleten bir anayasa için katkı vereceklerini açıklamıştır. Dokuz yıldır yaptıkları sivil darbe ile ülkeyi ne hale getirdiği görülen bu iktidara güvenmeyi söyleyenler, yargının siyasi iktidara bağlandığı bir dönemde özgürlük alanlarının genişletilmesinden söz edenler gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içindedirler.



Yeni anayasa aldatmacası ile, ileri demokrasi kandırmacası ile, bile bile ülkemizi karanlıklara götürmek isteyenlere, bunlara destek verenlere toplum olarak demokratik tepkilerimizi vermenin zamanı gelmiştir.




İlk Kurşun Gazetesi, 10 Ekim 2011.

Cumartesi, Ekim 08, 2011

MERT BİR SES ARIYORUM!!..

Ülkemiz adım adım bir savaşa ve sonrasında da bir iç çatışmaya sürükleniyor. Abarttığımızı düşünenler ve bizim sözlerimize inanmayanlar, Dış İşleri Bakanı Davutoğlu’nun 32 inci Gün adlı programda söylediklerini lütfen bir daha dinlesinler.
Bakan Davutoğlu, Suriye’deki iç karışıklığın Türkiye için bir tehdit oluşturduğu durumda “Savaş” dahil olmak üzere her senaryoya hazırlıklı olduklarını açıkça söyledi.
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı, 3-4 ay evvel ortak Bakanlar Kurulu toplantısı yaptığımız komşumuz Suriye ile savaşabileceğimizi televizyonda, üstelik canlı yayında söyleyebiliyor!...

Bu gelişmeler üzerine Suriye Devlet Başkanı Esad; “Bana, ‘Türkiye ile ne oldu da böyle oldunuz’ diye soruyorlar. Ben değişmedim. Türkiye Başbakan’ı değişti. Bunu ona sorun. Benim kanaatim Türkiye-Suriye dostluğunu ABD istemedi. Ne Tunus, ne Libya, ne de Suriye’de dertleri demokrasi.
Asıl mesele kaynaklarımızı kontrol etmek. Türkiye’den gelenler Obama’nın sözcüsü gibi davranıyorlar. Oysa ABD’nin Şam’da zaten Büyükelçisi var.
Her adımı atarım ama din eksenli, şeriat partilerine izin vermem. Türkiye’nin Müslüman Kardeşler Örgütünün hamisi gibi davranması bizi üzüyor” diye konuştu..

Lübnan eski Bakanlarından Wiam Wahhab televizyon programında şu sözleri söyleyebiliyor;
“Türkiye Başbakanı karpuz satıcısı gibi sürekli bağırıyor. Size, Suriye’nin ve çevrenin kararını bildiriyorum. Eğer Türkiye, Suriye’ye 1 adım girerse, 100 Bin füze Türkiye Başbakanının kafasına düşer!...”

Bugünkü iletişim çağında, artık hiçbir şey gizli kalmıyor. Siz başka türlü anlatsanız da, çeşitli kanallardan gelen aykırı sesler kafaları karıştırıyor. Hele, suçlamalara resmi ağızlarca tatmin edici cevaplar verilmeyince, kimin doğru konuşmadığı çok çabuk ortaya çıkıyor.

Suriye Devlet Başkanı Esad, Başbakan Erdoğan’a Amerika’nın taşeronu olmak gibi çok ciddi bir suçlama yöneltti. Elbette ki kimse buna inanmak istemez. Bu konuda Dışişleri Bakanına sorulan bir soruya Bakan şöyle cevap verdi;
“İhale Türkiye’nin üstüne kaldı diyorlar. Bize kimse ne yapacağımızı söyleyemez. İhale zaten bizde idi…”
O zaman şu soruyu sormak bizim en doğal hakkımızdır; “Madem ki ihale bizde idi, madem ki çevremizdeki Müslüman Halkları korumak ve kollamak bizim işimizdi, niçin aynı korumayı Irak’ta yapmadık? Irak’ta katledilen milyona yakın insan, tecavüze uğrayan on binlerce kadın, evinden barkından olan milyonlarca insan Müslüman değil miydi?

Bir başka soru da şu olmalı; Madem ki Esad yönetimi Suriye halkını eziyor, öldürüyor, zulmediyor idi, Suriye’deki Baas Yönetimi, kendi halkının üzerine ateş emri verebiliyordu, Başbakan Erdoğan tüm bunları bilmeden mi, Esad ile aylar önce kardeş oldu? Türkiye olarak, komşumuz ile ilgili bu kadar köklü bir politika değişikliğini nasıl yapabiliyoruz. Kardeşlikten, düşmanlığa…
Hangisi doğru, kardeşlik mi düşmanlık mı? Çünkü ikisini de 3-4 ay ara ile biz yaptık. Dış Politikada bu kadar mı öngörüsüzüz?..

Bu sapmalar, bu ikili davranışlar Türkiye gibi binlerce yıllık devlet tecrübesine sahip bir ülkeye yakışmıyor. Türk Milleti asırlardır bu topraklarda başı dik olarak yaşadı. Cumhuriyetimizin kurucusu büyük Atatürk’ün “Yurtta Barış- Dünyada Barış” ilkesini 88 yıl koruduk ta, şimdi hangi gerekçeyle komşularımızla boğaz boğaza kavga edeceğiz?

Başbakan Erdoğan bu konuda Türk Milletine doyurucu bir açıklama yapmıyor.
Bu yüzen AKP Milletvekilleri içinden “Mert bir ses arıyorum.” AKP’nin toplam Milletvekili sayısı 326. Başbakan ve Dışişleri Bakanı hariç 324 kişi var.
Dışişleri Bakanı BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a bu konuda bilgi verdiğine göre, herhalde kendi milletvekillerini de bilgilendirmiştir. Bu konuda bilgisi olan milletvekillerinden “Mert” olan birinin Türk Milletine bilgi vermesini istiyorum. Bilmiyorlarsa, öğrenmeleri için Başbakan’a soru sormaları gerekir. Ne dersiniz, AKP içinde böyle mert bir ses var mıdır?...

İki gündür Suriye üzerine yazıp, gündemde tutmaya çalışıyorum. Çünkü bu konu ülkemizin, çocuklarımızın geleceği için çok önemlidir. Eğer AKP, bu konuda Türk Milletine doğruları anlatmaz ve bir oldu bittiye getirmeye kalkarsa, Başbakan ve Dışişleri Bakanı beraberce eski kardeşleri Esad ile savaşsınlar. Dün kardeş olan onlardı, bugün düşman olan yine onlar !...

Sağlık ve başarı dileklerimle 08 Ekim 2011

RİFAT SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@gmail.com
twitter.com/rifatserdaroglu
0 532 211 00 11

Perşembe, Ekim 06, 2011

FİKSTÜR REZALETİ !…

2011-2012 futbol sezonu Türk Futbolunda her anlamıyla unutulmayacak izler bırakmaya devam ediyor. Bilindiği üzere Temmuz ayı başında patlayan şike bombası ve ardından Mehmet Ali Aydınlar önderliğinde alınan skandal TFF kararları, liglerin ertelenerek Play-Off saçmalığının ortaya çıkmasına ve Spor Toto Süper Lig takviminin sıkışmasına yol açtı. Bu kapsamda Nisan-Mayıs aylarına Play-Off maçlarını sıkıştırabilmek adına Süper Lig normal sezon takvimi Eylül ayında başlayıp Nisan başında sona erecek, bol bol da hafta içi maçlar oynanacak.

Tahmin edeceğiniz gibi takımlar genelde iç saha maçlarını gerek seyirci sayısı, gerekse de psikolojik olarak maç havasına girebilmek adına hafta sonu oynamayı tercih ederler. Hafta içi maçları özellikle ev sahibi ekipler tarafından çok benimsenmez. Ancak yukarıda bahsettiğimiz sebeplerden dolayı Süper Lig ekipleri bazı iç saha maçlarını hafta içi oynamak zorunda kalacak. Ben de özellikle 4 büyük takımın hafta içi kendi sahasında oynayacağı maç sayılarını çıkarmak istedim. 2011-2012 takviminde Galatasaray iç sahada 8. haftada Gaziantep, 14. haftada F.Bahçe, 17. haftada Manisaspor, 18. Haftada Büyükşehir Belediyespor, 22. haftada A.Gücü ve 24. haftada MP Antalyaspor maçları olmak üzere tam 6 hafta içi maçı oynayacak. Bu maçlara 4. haftada Pazartesi oynadığımız Eskişehirspor maçını da dahil edersek bu sayı 7’ye ulaşmış oluyor. Beşiktaş’a geldiğimizde ise iç sahada 8. haftada F.Bahçe, 17. haftada KDÇ Karabükspor, 18. haftada Eskişehirspor, 22. haftada G.Antepspor ve 24. haftada Mersin İdman Yurdu maçlarından oluşan 5 maçlık hafta içi maç paketine sahip. Beşiktaş’ın da 2. haftada A.Gücü ile Pazartesi günü maç yaptığını da unutmayalım. Bu durumda Beşiktaş’ta normal sezonu 6 hafta içi iç saha maçı ile kapatmış olacak. Trabzonspor’da da durum pek farklı değil, onlarda 8. haftada MP Antalyaspor, 14. haftada G.Birliği, 17. haftada Orduspor, 18. haftada Manisaspor, 22. haftada Eskişehirspor ve 24. haftadaki Bursaspor maçlarını hafta içi oynayıp normal sezonu 6 hafta içi iç saha maçı ile kapatacaklar.
Süper Lig Fikstür bilgileri kaynağı: http://www.tff.org/default.aspx?pageID=198

Bu süreçte Fenerbahçe’nin hafta içi iç saha maçlarına baktığımızda sezon boyunca sadece 1 (yazıyla bir) maçı hafta içi iç sahada oynayacağını görüyoruz. Numune değerindeki bu maç ise ligin 3. haftasında oynanan Manisaspor mücadelesi. Ayrıca ligin ilk haftasında Orduspor ile Pazartesi akşamı oynanan maçı da hesaba dahil ettiğimizde koskoca 34 haftalık lig maratonunda Fenerbahçe’nin sadece ama sadece 2 (iki) iç saha maçını hafta içi oynayacağını görüyoruz. Ayrıca yukarıda kalın yazı karakteri ile belirttiğim gibi Fenerbahçe hem İnönü Stadında hem de Ali Sami Yen Arena’da oynanacak derbi deplasmanlarına hafta içi gidecek ama kendi sahasındaki derbileri hafta sonu oynayacak! TFF komedisi bunlarla sınırlı kalmıyor, Galatasaray-Fenerbahçe maçının oynanacağı 14. hafta takviminde Trabzonspor’a hafta içi maç yazan TFF, aynı gün Trabzonspor’un Şampiyonlar Liginde Lille deplasmanında maç yapacak olmasını unutarak belki de yüzyılın iş bilmezliğine imza atıyor!

Her ne kadar TFF fikstür üzerinde düzenleme yapacağız demiş olsa da bu yapılan haksızlığa, ranta göz yumacak değiliz. Hiç kimse de yukarıda verdiğim sayılara tesadüf demesin! Düpedüz kapalı kapılar ardında yapılan ayarlamalar ve rantlar söz konusu! Kendi adıma söylüyorum, bir takımımızın Şampiyonlar Ligi grup maçının olduğu güne lig maçı koyma gafletinde bulunan TFF’den adalet ve hakkaniyet beklemek şimdilik lüks. Ancak tepkimizi göstererek TFF’nin attığı her adımı takipte olduğumuzu hissettirmeli ve zor olsa da “Adil Oyun” felsefesine davet etmeliyiz. Umarım gerekli merciler yukarıdaki istatistikler ışığında kulübümüz adına gereken tepkileri gösterirler…

Ahmet Sahinkaya